Ana içeriğe atla

TÜRKİYE'DE İŞSİZLİĞİN NEDENLERİ


TÜRKİYE'DE İŞSİZLİĞİN NEDENLERİ

İşsizlik, ülkelerin sosyo-ekonomik durumlarına göre farklılık gösterse de birçok ülkenin mühim sorunlarından bir tanesini oluşturmaktadır. Bu sorunun tahfif edilmesi hatta mümkünse bertaraf ettirilmesi, en büyük hedeflerden bir tanesidir. Çünkü birçok problemin referansı ve destekleyicisi, işsizliktir. Ölçümlü tariflere göre işsizlik, genel olarak piyasadaki karşılık seviyesinde çalışma istek ve gücünde olup iş arandığı halde iş bulunamaması durumu olarak kabul edilmektedir. Herhangi bir kişinin işsiz sayılabilmesi için bir işte çalışmıyor olması, iş arıyor olması ve cari ücret düzeyinde kendisine bir iş teklif edildiğinde bu teklifi kabul edecek olması gerekir. İş gücü sayısının oranıyla ekonomideki işsiz sayısı ile işsizlik oranı elde edilmektedir.
İş gücü piyasalarının mühim göstergelerinden biri olan istihdam, dar çerçevede, çaba faktörünün inşa sürecine eklenmesi iken geniş çerçevede, tüm inşa faktörlerinin inşa sürecine katılması anlamına gelir. Çalışanlar açısından, herhangi bir işte ücret, maaş vb. karşılığı iş gücünün o işverenin işine ayrılmalı, işverenler yönünden ise bir bedel karşılığı çalışana çalışma olanağı sağlanması istihdam olgusuna işaret etmektedir. Özetle, istihdam ve işsizlik, gerçeğin iki farklı fakat birbirini bütünleyen ayrılmaz kırılmalarıdır. Hangisi ele alınırsa alınsın, diğer seçeneklerden bahsedilmeden istihdam politikalarının incelenmesi ve nihayete erdirilmesi mümkün değildir. İstihdam, uygulanan politikalar sonucu ulaşılmak istenen hedefi, işsizlik ise kaçınılmak istenen yanlarını oluşturmaktadır.

Türkiye, 1960’lardan beri her dönem görülen fazla işsizlik oranlarıyla mücadele etmek zorunda kalan bir ülkedir. Özellikle 1980'lerden sonra, küreselleşme ve teknolojik ilerleme sebebiyle artan işsizlik, 1990'larda evrensel ölçülere göre fazla sayılan seviyelere ulaşmıştır. 2001 kriziyle birlikte, işsizlik daha da derinleşmiş ve kriz sonrası istihdamdaki toparlanma ekonomik büyümedeki toparlanmanın aksine çok yavaş ve limitli olmuştur. Hızlı nüfus artışı, eğitim politikasındaki problemler, yatırım boşluğu, siyasi ve ekonomik istikrarsızlık gibi sebepler bu problemin daha da zorlaşmasına sebep olmuştur.

Ülke ekonomilerinde, işsizliğin hafifletilmesi ve istihdam olanaklarının çoğaltılması mühiminden hareketle yapılan bu çalışmanın esas amacı, Türkiye’de işsizlik probleminin sebeplerini ortaya koymak, probleme yönelik uygulanan politikaları münakaşa etmek ve işsizlik problemini gidermek için hangi istihdam politikalarının daha müsait olacağını tayin etmektir. Bu hedef doğrultusunda çalışmada ilk olarak, Türkiye’deki işsizlik nedenleri, konu ile ilgili kaynak araştırması çerçevesinde ortaya konulmaktadır. Daha sonra, 1960 yılından bugüne kadar Türkiye’de işsizliğin azaltılması ve istihdam olanaklarının artırılmasına yönelik uygulanan politikalar incelenerek bu politikaların ne derece etkili olabildikleri tartışılmaktadır. Son olarak da genel bir değerlendirme yapılmakta ve çalışma, tekliflerin sunulması ile sona ermektedir.

İŞSİZLİK TÜRLERİ

                İşsizlik türleri hakkında bugüne kadar çeşit çeşit yaklaşımlar öne sürülmüştür. Yaş, cinsiyet, eğitim durumu, etnik köken gibi kişisel karakteristiklere göre bir gruplandırma yapılabileceği gibi coğrafi dağılıma, mesleklere ve işsizliğin zamanına ve nedenine göre de çeşitlendirme yoluna gidilebilir. İşsizliği genel olarak açık işsizlik, gizli işsizlik ve sürekli durgunluk işsizliği şeklinde tanımlayabiliriz.

1. Açık İşsizlik
                Açık işsizlik kavramı, çalışma gücü ve isteği olduğu halde, cari ücret seviyesinde iş arayıp da bulamayanların toplamının oluşturduğu işsiz kitleyi ifade etmektedir. Diğer bir ifade ile bir kişinin para kazanmak veya geçimini sağlamak üzere yapacağı bir işinin olmaması durumudur.

2. Arızi (Geçici) İşsizlik
                Bu işsizlik türünde, boşalan yerler iş arayanlara verilir ve aynı şekilde yenileri açıkta kalır. Fakat mevcut istihdam haddi hemen hemen sabittir. Sonuçta arızi (geçici) işsizlik meydana gelir ve bu işsizliğin belirli bir orandan aşağıya düşmesi mümkün değildir.

3. MEVSİMSEL İŞSİZLİK
                Turizm, inşaat ve tarım gibi bölümlerde, üretim seviyesi ve buna bağlı olarak da işsizlik oranı mevsimsel olarak dalgalanır. Bu tarz sektörlerde, üretimin mevsimsel olarak arttığı dönemlerde çalışan kişilerin önemli bir kısmı, izleyen dönemde işlerini yitirirler ve üretim seviyesi bir sonraki dönemde artana kadar işsiz kalırlar. Bu tarz işsizliğe “mevsimsel işsizlik” denir. Gelişmiş ve sanayi üretiminde ileri olan ülkelerde mevsimsel işsizlik, çoğunlukla mal isteklerindeki değişimlerden ileri gelmektedir.

4. Konjonktürel (Dönemsel) İşsizlik
                Ekonomik dalgalanmaların gerileme ve durgunluk dönemlerinde, toplam talepteki daralmaya bağlı olarak ortaya çıkan, kapitalist sistemin özelliklerinden meydana gelen ve yoğun üretim kaynaklı işsizlik çeşididir. Konjonktürel işsizlikte fiili hâsıla, tam istihdamda üretilen hasılanın altındadır. Bu tür işsizlik, ekonomik yaşamın ve faaliyetlerin hep aynı seviyede devam etmemesi ve dalgalanmalar göstermesinden kaynaklanır. Konjonktürel işsizliğin en önemli nedeni efektif talep yetersizliği olarak gösterilmektedir. Depresyon dönemlerinde, yani iktisadi faaliyetlerin azaldığı dönemlerde büyük kitleler işsiz kalabilir ve işsizlik uzun süre devam edebilir. İktisadi faaliyetlerin genişleyip konjonktürün yükseldiği dönemlerde de işsizlik tamamen ortadan kalkabilir. Ama bu konjonktürün yükseldiği dönemlerde işsizlik olmayacağı anlamına gelmez. Çünkü fazla üretim gelirleri yükseltir, gelirler yükseldikçe tasarruflar yükselir; tüketim azalır ve talep yetersizliği ortaya çıkar. Bu durumda, yatırımlarım kısılmasıyla bir süre sonra işsizlik başlar.

5. Teknolojik İşsizlik
Üretim faktörlerinin en önemli ikisi olan emek ve sermaye arasında ikame ilişkisi vardır. Teknolojinin gelişmesine paralel olarak, iş gücünün yerini makine alır ve daha verimli yöntemlere geçilir. Az gelişmiş ülkelerde sermaye birikimi yükseldikçe, bu birikimin getirdiği yeni üretim yöntemlerinin eski üretim yöntemlerinden daha çok sermaye-yoğun olduğu uygulamada görülmektedir. Yeni kabul edilen üretim yöntemlerinde belli bir sermaye ölçüsü eskisinden daha az işgücü kullanımını gerektirdiğinden zaman içinde sermaye birikimi, fazla iş gücünü ortadan kaldıracağına, işsizliği daha da yükseltebilmektedir. Yani, teknolojik ilerleme eskiden iş sahibi olan ya da öyle görünen kişilerin birer açık işsiz haline gelmesine yol açmaktadır.

6. Yapısal (Bünyevi) İşsizlik
Bir ekonomide yapısal değişmeler sürecinde, bir kısım endüstrilerde, iş gücü gruplarında ve bölgelerde gerileme olurken, diğerleri gelişmektedir. Özet olarak, daralan sektörlerdeki iş gücü arz fazlası ve genişleyen sektörlerdeki iş gücü isteği fazlası ile bir dengesizlik hali ortaya çıkmaktadır. İşgücü, ücret farklılığı nedeniyle, gerileyen sektörlerden genişleyen sektörlere doğru hareket edecek, ancak uyum zaman alacağı gibi, tam da olmayabilecektir. İş gücünün hareketliliği bir takım faktörler tarafından kısıtlanabilecektir. Bu tür işsizlik, yapısal işsizlik olarak nitelendirilmektedir.

7. Gizli İşsizlik
İşsizlik türleri içinde diğerlerinden nitelik itibarı ile farklı bir biçim gösteren gizli işsizlik, aslında işsizliğin bir türü olmasına rağmen, onun özel bir durumunu açıklamaktadır. Genel olarak, toplam çıktı miktarında bir değişme olmaksızın, bir işletmeyi veya ekonomik sektörü terk eden işçilerin toplam sayısı, gizli işsizlik miktarını vermektedir. Kısaca, toplam çıktı veya ürünün miktarının aynı kalması, teknik deyimi ile iş gücünün uçta verimliliğinin sıfır olması halini ifade etmektedir.

8. Sürekli Durgunluk İşsizliği
                1929 Büyük İktisadi Bunalımından sonra iktisatçılar arasında diğer işsizlik çeşitleri dışında, asırlık veya sürekli durgunluk kavramları ehemmiyet kazanmıştır. Bunun sebebi, bütün bu işsizlik türlerinin, kapitalist ekonomik sistem olarak adlandırılan ve özel girişimcilik esasına dayanan ekonomik yapının artık yıpranmış olduğu ve bu yıpranmadan doğan zararların gittikçe kronikleşen bir hal alacağı yönünde ilerleyen görüş olmuştur. Bu işsizliğin sebebi, ekonomik yapıda görülen durgunluktur. Özellikle de ilerlemiş ülkelerde ekonominin türlü nedenlerden dolayı durgunluk içine girmesi sonucu birçok insan işsiz kalabilmektedir.

TÜRKİYE’DE İŞSİZLİĞİN ÖZELLİKLERİ

Türkiye’de işsizlik, daha çok hızlı nüfus artışı, genç nüfusun payının yüksekliği gibi demografik unsurlarla ilişkilendirilmektedir. Bunun yanı sıra, iç göç ve kentleşmeyle birlikte ortaya çıkan eğitim ve bölgesel dengesizlik eğilimleri de işsizliği arttırmaktadır. Türkiye gibi geçi sürecini yaşayan bir ekonomide, piyasa ekonomisi mantığının rekabet kavramı ile desteklenememesi, özel sektör yatırım seviyesinin yetersizliği gibi nedenler işsizliğin yapısal bir sorun olarak ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

1.     İktisadi Faaliyet Koluna Göre İşsizlik

İktisadi faaliyet koluna göre, yani sektörel işsizlik oranları sadece kişilerin son çalıştığı sektör temel alınarak hesaplanmaktadır. Sektörel işsizlik oranlarında ilk kez iş arayanlar kapsam dışı bırakılmaktadır. İktisadi faaliyet koluna göre işsizlik oranlarının incelenmesinin nedeni, hangi sektörler arasında arz ve talep uyuşmazlığının olduğunu belirleyebilmektir. İş gücü arz ve talebinin uyumsuz olması, iş gücü piyasasının etkinliğini en aza indirmekte ve işsizliği artırmaktadır. İşsizlik oranlarının en fazla artış gösterdiği sektör “madencilik ve taş ocakçılığı” sektörü olmuştur. 2001 yılında, % 5.0, 2002 yılında % 7.3 olan bu oran 2003 yılında % 21.0’a yükselmiştir. Bu sektörde 2002 yılında 115 bin kişi olan toplam çalışan sayısının, 2004 yılında 82 bine düşmesi işsizlik oranındaki sıçramanın nedeni olmaktadır.

2.     Cinsiyet ve Yaş Gruplarına Göre İşsizlik

Türkiye’de işsizlik, 1990-1998 döneminde değişik yaş gruplarına göre incelendiğinde, işsizliğin en çok okul çağındaki genç yaş grubunda (15-24 yaş) yaygın olduğu görülür. 1999 yılında bu durum 25-54 yaş grubu lehine değişme göstermiş ve bu yıldan itibaren genç yaş grubundaki işsizlik oranlarında düşüş başlamıştır. 15-24 yaş grubu erkeklerin 1990 yılında işsizler içindeki payı % 52.2’den 2004 yılında % 36.2’ye gerilemiş, genç kadınlarda ise % 60.6 olan bu oran % 47.9’a düşmüştür. Bu gelişme, lise ve üniversiteye kaydolanların sayısındaki artışa bağlanabilir. 2004 yılındaki işsizlerin yarısından çoğu, 25-54 yaş arası çalışma çağındaki nüfusu oluşturan yaş grubunda toplanmaktadır. 1990 yılından itibaren de 25-54 yaş grubundaki işsizlik oranları düzenli olarak yıldan yıla artış göstermektedir.

3.     İş Arama Süresine Göre İşsizlik

Türkiye’de işsizliğin özelliklerini ortaya koyabilmek için, işsiz kalınan sürenin araştırılması önemlidir. İşsizlik süresi ile ilgili olarak kısa-uzun süreli işsizlik ayrımları kullanılmaktadır. Uzun süreli işsiz kavramı, bir yıl ve daha uzun süredir işsiz olanlar için kullanılmaktadır. Uzun süreli işsizliğin süreklilik kazanması, işsizlikle mücadeleyi zorlaştırmaktadır. Toplam işsizler içinde uzun süreli işsizlerin payının artması ve işsiz kalınan sürelerin uzaması, bu kişilerin iş gücü niteliklerinin gerilemesine neden olmakta ve iş bulmalarını zorlaşmaktadır.

4.     Mesleklere Göre İşsizlik

İşsizliğin mesleklere göre dağılımının belirlenmesi, eğitim seviyesi ya da yaş ve cinsiyet kriterleri temel alınarak belirlenmesinden farklıdır. Kişinin faaliyet gösterdiği meslek grubu ve sektör kişinin yaptığı işe bağlı olmaktadır ve meslek grupları arasında geçiş olabilmektedir. Bu durumda, meslek gruplarına göre işsizliğin dağılımını kişilerin iş aradıkları meslek gruplarına göre incelemek daha doğru olacaktır.

5.     Eğitime Göre İşsizlik

Eğitim ve işsizlik arasındaki ilişkinin belirlenmesi, eğitimin iş gücünün niteliğinin sinyali olması nedeniyle önemlidir. Bu çerçevede ekonomik teori, eğitim seviyesi arttıkça işsizliğin azalacağını belirtmektedir. Düzeyine göre işsizlikteki gelişmelerin teorik beklentilere uyum göstermediği görülmektedir. Türkiye’de eğitim düzeyi yükseldikçe, işsizlikte beklenen azalma ortaya çıkmamaktadır. Bu durum eğitim düzeyinden bağımsız olarak ele alındığında, Türkiye’de lise eğitiminin iş vasfı kazandırmadığını ve bu nedenle mezunlarının iş bulma olasılıklarının düşük olduğunu söylemek mümkündür.

6.     Coğrafi Bölgelere Göre İşsizlik

İş gücü piyasasındaki farklılıkları belirlemede ve işsizliğin özelliklerini ortaya koymada önemli bir diğer gösterge, işsizliğin coğrafi bölgelere göre dağılımıdır. İstihdamın en fazla azalma gösterdiği bölgeler Ege ve Güney Doğu Anadolu Bölgeleri iken, bölgesel işsizlik oranları bölgeler arasında önemli farklılıklar göstermemektedir. En düşük işsizlik oranı Karadeniz Bölgesindedir. Akdeniz, Ege ve Güney Doğu Anadolu Bölgeleri ise işsizlik oranının en yüksek olduğu bölgeler olmaktadır. Güney Doğu Anadolu Bölgesinde istihdam 2000 yılında 935 bin kişi iken, 2003 yılında 827 bine gerilemiş ve işsizlik oranı diğer bölgelerde düşmesine rağmen bu bölgede artış göstermiştir. Bölgelere göre işsizlik, kent-kır ve kadın erkek ayrımında ele alındığında, kentlerde erkekler arası işsizlik oranlarının ülke ortalamasına yakın ya da ondan daha yüksek olduğu ve iç göçlerin büyük bölümünü gelişmiş bölgelerin (Marmara, Ege ve Akdeniz) aldığı görülmektedir.

TÜRKİYE’DE İŞSİZLİĞİN BOYUTLARI

Türkiye, hızla artan nüfusa istihdam olanakları yaratamamaktan kaynaklanan bir işsizlik sorunu ile karşı karşıyadır. Diğer bir ifade ile Türkiye’de işsizlik, ekonomik kalkınma süreci içinde hızlı nüfus artışı ve kentleşmenin beslediği iş gücü arz ve talep artışları arasındaki dengesizlikten kaynaklanmaktadır. Türkiye’de işsizliğin, genellikle istihdam içinde farklı şekiller almak sureti ile düşük gelir, fakirlik, çalıştığı halde asgari gelirden yoksun ve milli gelire katkı yapmayan yapay istihdam biçimleri şeklinde ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, sanayileşmede hedeflenen düzeye ulaşılamaması, tarım toplumu niteliğinin belli ölçüler içinde ağırlığının sürmesi ve hızlı artan genç nüfusun istihdamını sağlayacak yatırımların yapılamaması gibi nedenlerle işsizlik yapısal bir nitelik taşımaktadır. Türkiye’de işsizliğin bu yönü ile faktör dengesizliğinden kaynaklandığı söylenebilir.
İşsizlik yönünden gelişmiş ülkeler ile Türkiye arasındaki farklılıklardan biri, işsizlerde eğitim düzeyi yüksek iken, eksik istihdamdakiler de eğitim düzeyinin düşük olmasıdır. Türkiye’de işsizlik oranının gelişmiş ülkelerden farklı olarak düşük olmasının nedeni, “ilk kez iş arayanların” sayısının yüksek ve işlerin doyurucu olmaktan uzak olmasıdır. İşsizlik genellikle hane halkı reisi olmayan kişiler arasında yaygındır. Üretimde meydana gelen ani düşüşler işsizlik oranını fazla etkilememekte, ancak eksik istihdamdakilerin sayısını artırmaktadır.

TÜRKİYE’DE İŞSİZLİKLE MÜCADELE POLİTİKALARI

Ekonomik gelişme, aynı zamanda tüm aktif iş gücünün de istihdam edilmesini gerektirir. İşsizlik de üretimin temelinde yer alan en önemli kaynağın israf edilmesi, bir toplumun en değerli varlığı olan insan gücünün yeteri ve gereğince değerlendirilememesi ile eş anlam taşımaktadır. Toplumda işsiz olanlar, milli gelire katkıda bulunmamalarına rağmen, milli gelirin bölüşümünden pay almaktadırlar. Diğer bir ifade ile işsizler istihdam olunan nüfus üzerinde bir yüktür. Bir başka yönden işsizlik, kurulu sosyal güvenlik ve endüstri ilişkileri sistemlerini de sarsmaktadır. İş gücünün kendi arasında rekabete yol açarak, çalışma koşularının ağırlaşmasına neden olmaktadır. Bu olumsuzluklar, sorunun salt bireysel ve toplumsal yönlerini değil, aynı zamanda işsizlikle mücadele politikalarının da önemini vurgulamaktadır.

Türkiye’de işsizlikle mücadele temelde üç ana etmene dayanmaktadır. Bunlar, var olan nüfus artışının gerektirdiği yüksek bir büyüme hızının gerçekleştirilmesi, gerçek büyüme hızlarına uygun bir nüfus artışına gidilmesi veya her ikisinin birlikte gerçekleştirilmesidir. Ancak, planlı dönemde bu üç ana etmene dayalı dengeler kurulamamıştır. Türkiye’de planlı dönemde işsizliğin sürekli ve yapısal bir nitelik almasının en önemli nedeni, işsizlik sorununun ekonomi büyümenin bir türevi olarak ele alınmasıdır. Böylece, işsizliğin ekonomik büyümeye paralel olarak kendiliğinden çözümlenebileceği düşünülmesine karşın, yeterli ekonomik büyüme gerçekleştirilememiştir. Tarımda çalışan nüfusun tarım dışı sektörlere kaydırılması politikası benimsenmiş, ama tarım dışı alanlarda istenilen düzeyde istihdam artışı yaratılamamıştır. Sanayileşmeyi, yapısal ve köklü çözümleri içermeyen, işsizlik sorununun çözümünü bireylerin girişimciliğine, girişimcilik ruhunun geliştirilmesine, özel istihdam projelerinin uygulanmasına ya da yurt dışına iş gücü ihracına bırakan politikalarla çözüm getirilmiştir.

SONUÇ VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

Türkiye ekonomisinde büyüme, istihdam dostu bir büyümeye dönüştürülmediği takdirde işsizliğin yükselmesi kaçınılmaz olacaktır. İstihdam dostu büyüme yaratabilmek için de mutlaka iş gücü piyasasının istihdam ve artışını sınırlayan yapısal özeliklerin belirlenmesi ve bu tür engellerin aşılmasına yardımcı olacak iktisat politikalarının tasarlanması gerekmektedir.

Tarım sektöründeki düşük verimlilik sorunu ele alınmalı; tarım sektörünün dünya pazarlarındaki rekabet gücü artırılmalıdır. Çağdaş bir destekleme sistemi oluşturulmalı; tarımsal işletmecilik modelleri teşvik edilmelidir. Ayrıca, tarıma sayalı sanayinin gelişimine önem verilmeli; sanayi sektörü ile tarım sektöründeki istihdamın birlikte gelişimi ve yerel düzeyde istihdam yaratılması sağlanmalıdır.

Ulusal İstihdam Strateji ve Politikaları oluşturularak uygulanmalıdır. AB İstihdam Stratejisi’ne uyum sağlanması amaçlanarak ekonominin uluslararası rekabet gücü gözetilmelidir.

Ekonomi politikalarının belirlenmesinde üretim, yatırım, ihracat ve istihdam temel alınmalıdır. Ekonomi politikaları reel sektörde üretim, yatırım ve istihdam artışını hedeflenmeli, ekonomi yüksek katma değer yaratan mal ve hizmet üretimine, yenilikçiliğe, ileri ve öncü teknolojilere ağırlık vermelidir.

İstikrarlı ve yüksek bir büyüme hızının yakalanması için sosyal diyalog ve “Ulusal Rekabet Gücü Politikası” tespit edilmeli ve uygulanmalıdır.

Üretim üzerindeki vergi yükü uygun düzeye indirilmelidir. Bu çerçevede; Gelir Vergisi ve Kurumlar Vergisi oranları azaltılmalı; yatırıma aktarılan her türlü kazanç vergiden muaf tutulmalı ve enerji üzerindeki vergi yükü azaltılmalıdır.

Teşvik sistemi, AB ülkelerindeki gibi istihdamı esas almalıdır. Yatırım yapan, “düzgün işlerin” artmasını sağlayan ve ilave istihdam yaratan işverenlere gelir ve kurumlar vergisi istisnası, ücret sübvansiyonu, sigorta prim indirimi, enerji maliyetinin düşürülmesi gibi çağdaş özendirme araçları devreye sokulmalıdır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SİYASİ İDEOLOJİLER

SİYASİ İDEOLOJİLER Hiç kimse dünyayı olduğu gibi görmez. Hepimiz dünyaya teorilerin, varsayımların ve ön kabullerin perdesinin gerisinden bakarız. Bu anlamda gözlemleme ve yorumlama, ayrılmaz biçimde birbirine bağlıdır: dünyaya baktığımızda, aynı zamanda ona bir anlam da yükleriz. Bunun siyaset bilimi çalışması bakımından önemli sonuçları vardır. Özellikle siyasi araştırmaya başlarken beraberimizde getirdiğimiz ön kabullerimizin ve faraziyelerimizin açığa çıkarılması gereğini vurgular. En derin boyutuyla bu ön kabullerin kökleri, genellikle “siyasi ideolojiler” olarak kavramsallaştırılan daha geniş siyasi inançlarda veya geleneklerdedir. Bu izmler her biri (liberalizm, sosyalizm, muhafazakârlık, feminizm, faşizm vd.) ayrı bir entelektüel çerçeve veya değerler dizisi oluşturur ve her biri bizlere kendi siyasi gerçeklik anlayışını, kendi dünya görüşünü sunar. Bununla beraber, hem ideolojinin doğası, hem de iyi veya kötü, siyasi hayattaki rolü hakkında derin bir uzlaşmazlık söz konu...

Türkiye'nin Kültürel Diplomasisi

1.        KÜLTÜREL DİPLOMASİ NEDİR? Kültür, bir toplumu, topluluğu ya da sosyal grubu karakterize eden, onu diğerlerinden farklı kılan maddi ya da manevi değerler bütünüdür. Bu değerler yalnızca sanat ya da edebiyatla sınırlı değildir; inanç, gelenekler, yaşam tarzı, temel insan hakları da kültürel değerin bir parçasıdır. Dil, düşünce, töre, taassup, semboller, törenler, kültürü oluşturan temel unsurlardır. Her kültür, eşsiz ve benzersizdir. Bir toplumun kendini ifade ediş biçimi şeklinde tanımlayabileceğimiz kültür, aynı zamanda kimliğin hem kaynağı ve yansımasıdır. Kültürel faaliyetler ise bir toplumun ayırt edici özellikleri, özgün ve benzersiz olduğu kadar diğer toplumlarla benzer yanlarını ve evrensel değerlerini yansıtmada etkili bir yöntemdir. Kültürü üreten, taşıyan, yaşatan da insandır. Dolayısıyla kültürel diplomasi insandan insana yürütülen bir faaliyettir. Kültürel diplomasi, Türkiye'nin kültürel ve sanatsal çeşitliğini ve zengin birikim...