SİYASET NEDİR?
Siyaset ilgi çeker, çünkü
insanlar birbirleriyle uyuşmazlık halindedirler. Kim neyi almalıdır? İktidar ve
kaynaklar nasıl dağıtılmalıdır? Toplum işbirliği esasına mı yeterli olmalı mıdır,
yoksa çatışma esasına mı? Aynı zamanda insanlar, bu gibi problemlerin nasıl
çözüme kavuşturulacağı konusunda da hemfikir değildirler. Kolektif hükümler
nasıl alınmalıdır? Söz kimde olmalıdır? Her bir kişinin ne kadar tesiri
olmalıdır? Aristoteles’e göre, insanların kendi hayatlarını düzeltmek ve iyi
toplumu yaratmak için giriştikleri çalışma olarak siyaseti “en üstün bilim”
yapan budur. Siyaset, her şeyden önce sosyal bir çalışmadır; o daima bir
diyalogdur, asla bir monolog değildir. Robinson Crusoe gibi yalnız insanlar basit
bir ekonomi geliştirebilirler, bir sanat ortaya çıkarabilirler ama siyaset
yapamazlar. Siyaset ancak bir başka insanın gelişiyle ortaya çıkar. Ne var ki,
siyasetin özünde yatan uyuşmazlık, aynı zamanda onun doğası ve nasıl
incelenmesi gerektiği konularında da geçerlidir. İnsanlar karşılıklı sosyal
etkileşimi “siyaset” yapanın ne olduğu konusunda olduğu gibi, siyasi faaliyetin
en iyi nasıl analiz edilebileceği ve açıklanabileceği mevzusunda da hemfikir
değildirler.
SİYASETİN TANIMLANMASI
Siyaset, en geniş anlamda,
insanların hayatlarını düzenleyen genel kaide, korumak ve değiştirmek için gerçekleştirdikleri
çalışmalardır. Siyaset akademik bir konu olmakla birlikte aslında hiç şüphesiz
bu çalışmanın incelenmesidir. Bu çerçevede, siyaset, çatışma ve işbirliği
olgularıyla karmaşık bir bağlantı içindedir. Bir yandan, rakip fikirlerin,
farklı isteklerin, rekabet eden ihtiyaçların ve çatışan çıkarların varlığı,
insanların beraberce tâbi oldukları kurallar hakkında hemfikir olmamalarını
beraberinde getirir. İnsanlar bilirler ki, bu kaideler üzerinde tesirli olmak
veya onların yürürlükte kalmasını sağlamak için birlikte çalışmak, yani, Hannah
Arendt’in siyasî iktidarı tanımlarken kullandığı ifadeyle, “elbirliği etmek”
zorundadırlar. İşte bu sebeple, siyasetin esas özelliği, genellikle rakip
görüşlerin ve birbiriyle rekabet halindeki çıkarların uzlaştırıldığı bir
çatışmayı çözme süreci olarak tasvir edilir. Ancak, siyaset, bu geniş
anlamıyla, tüm çatışmaların çözüme kavuşturulduğu veya kavuşturulabildiği
faaliyet olarak değil, bunun başarılmasından çok, bir çatışma çözme arayışı
olarak düşünülebilir. Bununla birlikte, çeşitliliğin (hepimiz aynı değiliz) ve
kıtlığın (talebi karşılamaya yetecek miktarda mal-hizmet asla olmayacak)
kaçınılmazlığı, siyaseti insanlık durumunun zorunlu bir kapsamı haline getirir.
KAMUSAL İŞLER OLARAK SİYASET
İkinci ve daha geniş anlamda siyaset
kavrayışı, hükümetin dar alanının ötesine geçerek, “kamu hayatı” veya “kamusal
işler” olarak düşünüleni içine alır. Diğer bir anlatımla “siyasî olan” ile
“siyasî olmayan” ayrımı, özellikle hayatın kamusal alanı ile özel olarak
düşünülen alanı arasındaki ayrımla örtüşür. Bu tür bir siyaset yaklaşımı,
genellikle meşhur Yunan filozofu Aristoteles’e kadar götürülebilir.
Aristoteles, Siyaset adlı eserinde insanın “doğası gereği bir siyasî hayvan”
olduğunu ifade ediyordu. Bununla insanın ancak siyasî toplum içinde “iyi hayatı
yaşayabileceğini anlatmak istiyordu. Bu bakış açısına göre siyaset, “adil
toplum” yaratmaya ilişkin etik bir faaliyettir; Aristoteles’in ifadesiyle
“bilimlerin üstadıdır. Ancak, “kamusal” hayat ile “özel” hayat arasındaki sınır
nerede çizilmelidir? Kamusal alan ile özel alan arasındaki geleneksel ayrım,
devlet ile sivil toplum ayrımına uymaktadır. Devlet kurumları, topluluk
hayatının kolektif olarak örgütlenmesinden sorumlu olmaları anlamında “kamusal”
olarak görülebilirler. Dahası bunlar, vergilendirme yoluyla gerçekleştirilen
kamusal harcamalarla finanse edilirler. Buna karşılık sivil toplum, Edmund
Burke’ün “küçük müfrezeler” olarak isimlendirdiği,
aile ve akrabalık grupları, özel işletmeler, sendikalar, kulüpler, cemaat
grupları ve diğerlerinden oluşur ve bunlar, bireysel vatandaşlar tarafından,
toplumdan ziyade kendi çıkarlarını tatmin etmesi için kurulmuş ve finanse ediliyor
olmaları anlamında özeldir. Bu “kamusal/özel” ayrımı temelinde siyaset,
devletin kendi faaliyetleriyle ve sadece kamusal organlar eliyle yürütülen
sorumluluklarla sınırlıdır. Dolayısıyla bireylerin kendi kendileri için
yaptıkları ve yapabildikleri faaliyetlere ilişkin hayat alanları açıkça siyasî
olmayandır.
İKTİDAR OLARAK SİYASET
Siyasetin dördüncü anlamı, hem en geniş hem de en radikal
olanıdır. Bu yaklaşım siyaseti belirli bir alana (hükümete, devlete veya “kamu”
alanına) hapsetmektense, bütün sosyal faaliyetlerde ve beşerî varoluşun her
alanında geçerli görür. Adrian Leftwich’in Siyaset Nedir? Faaliyet
ve İncelenmesi adlı eserinde de ifade edildiği gibi, “siyaset resmi ve resmi olmayan,
kamu ve özel bütün kolektif faaliyetlerin ve bütün beşerî grupların, kurumların
ve toplumların tam merkezindedir”.
Bu anlamda siyaset karşılıklı sosyal etkileşimin her düzeyinde mevcuttur. Uluslararasında
ve küresel düzeyde olduğu gibi, ailelerde ve küçük arkadaş gruplarında da
bulunur. Ancak, siyasî faaliyeti diğerlerinden ayıran temel özellik nedir?
Siyaseti diğer herhangi bir sosyal davranıştan ayıran vasıf hangisidir? En
geniş anlamıyla siyaset, beşerî varoluşun akışı içinde kaynakların üretimi, dağıtımı
ve kullanımıyla ilgilidir. Siyaset gerçekte iktidar demektir; yani hangi yolla
olursa olsun, arzulanan bir neticeye ulaşabilme kapasitesidir. Bu fikir en kısa
ve özlü biçimde Harold Lasswell’in kitabının isminde özetlenmiştir: Siyaset: Kim, Neyi,
Ne Zaman Alır? Bu yaklaşımda siyaset, farklılık ve çatışmayla ilgilidir; ama
onun temel muhtevasında kıtlığın mevcudiyeti bulunmaktadır. Basit bir gerçek
vardır: beşerî arzu ve ihtiyaçlar sonsuz, ama onları karşılayacak kaynaklar daima
sınırlıdır. Bu bağlamda siyaset, kıt kaynaklar üzerinde bir mücadele olarak görülürken,
iktidar da bu mücadelenin yapılmasının yolu olarak görülür.
Yorumlar
Yorum Gönder